29 Aralık 2014 Pazartesi

Undefined reference to symbol 'v4l2_munmap' error while installing OpenCV 2.4.9 on Ubuntu 14.04

If you are dealing with image processing in one of your projects, almost all roads lead to OpenCV and Tesseract. Tesseract is a OCR library created by HP and currently is handled by Google. In order to get good results in OCR process, you need to preprocess your image for OCR. For this, you can use OpenCV image processing library. Maybe installing OpenCV in various platforms might be very easy but installing it on Ubuntu is a living hell.

There are plenty of guides and resources about installing OpenCV on Ubuntu. I tried most of them but every time I got the same error: " Undefined reference to symbol 'v4l2_munmap' ". Before installing OpenCV, some other packages must be installed on Ubuntu which you can find everywhere. If you install required packages and still got the same error, there is a solution.

Possibly, you get the error message below:

/usr/bin/ld: ../../lib/libopencv_highgui.a(cap_libv4l.cpp.o): undefined reference to symbol 'v4l2_munmap'
//usr/lib/x86_64-linux-gnu/libv4l2.so.0: error adding symbols: DSO missing from command line
collect2: error: ld returned 1 exit status
make2: * [bin/opencv_test_highgui] Error 1
make1: [modules/highgui/CMakeFiles/opencv_test_highgui.dir/all] Error 2
make: ** [all] Error 2

To overcome this problem, all you need is to append " -lv4l2 " to [OPENCV_BUILD_DIR]/modules/highgui/CMakeFiles/opencv_test_highgui.dir/link.txt

After making the change, you need to execute make command again. Possibly, you will get the same error with different file names. All you need to do is applying same process to all files which gives the same error. For example if you see " modules/superres/CMakeFiles/opencv_test_superres.dir/all " near Error 2, you need to append " -lv4l2 " to [OPENCV_BUILD_DIR]/modules/superres/CMakeFiles/opencv_test_superres.dir/link.txt.

Unfortunately, you will get this error in more than 50 files. Of course more elegant solution is to detect these files and append " -lv4l2 " to all of them before starting make process.

By the way, if you want to compile OpenCV without bothering required packages or other things, there is a simple .sh file which handles all of these processes. You can download it from the link below and run the file to complete installation easily.


( opencv 2.4.9, tesseract, ubuntu 14.04, compile error, DSO missing from command line, -lv4l2 )
OpenCV installation script: https://github.com/jayrambhia/Install-OpenCV/tree/master/Ubuntu 
Reference: http://code.opencv.org/issues/3726

27 Kasım 2014 Perşembe

Custom TextView In Android With Styles

TextView is one of the most useful components in Android but at some point, it still cannot meet our requirements. For example, if you want to use a custom TypeFace (aka Font), you need to change it programmatically in the Activity like stated below:

Typeface typeFace = Typeface.createFromAsset(getAssets(), "Roboto-Regular.ttf");
TextView textView = (TextView) findViewById(R.id.myTextView);
textView.setTypeFace(typeFace);

Here, we've read our "Roboto-Regular.ttf" font file from "assets" folder and set it as the TypeFace of textView object. It is a good, simple, working solution but it is not feasible if you want to replace TypeFace for all of your TextViw components in the application. To set a custom font for all of your TextView components in your application, you can extend TextView class with your custom class. There are other methods like creating a custom component with its attributes using xml files but the solution below might be the best for you if you do not need too much feature but changing font family:

RobotoTextView.java
public class RobotoTextView extends TextView {
    public RobotoTextView(Context context, AttributeSet attrs, int defStyle) {
        super(context, attrs, defStyle);
        initialize();
    }
    public RobotoTextView(Context context, AttributeSet attrs) {
        super(context, attrs);
        initialize();
    }
    public RobotoTextView(Context context) {
        super(context);
        initialize();
    }
    private void initialize() {
        if (!isInEditMode()) {
            Typeface currentTypeFace = getTypeface();
            int style = currentTypeFace.getStyle();
            Typeface type = setFontFamily(style);
            setTypeface(type);
        }
    }
    private Typeface setFontFamily(int style){
        Typeface type = null;
        if(style==Typeface.BOLD){
            type = Typeface.createFromAsset(getContext().getAssets(), "Roboto-Bold.ttf");
        }else if(style==Typeface.ITALIC){
            type = Typeface.createFromAsset(getContext().getAssets(), "Roboto-Italic.ttf");
        }else{
            type = Typeface.createFromAsset(getContext().getAssets(), "Roboto-Regular.ttf");
        }
        return type;
    }
    @Override
    public void setTypeface(Typeface tf, int style) {
        Typeface type = setFontFamily(style);
        super.setTypeface(type, style);
    }
}

MyView.xml
<com.test.RobotoTextView     android:id="@+id/myTextView"
     android:layout_width="wrap_content"
     android:layout_height="wrap_content"
     android:text="My Custom TypeFace"
     android:textStyle="bold"/>

Here, I extend TextView class with my own custom class and override the necessary constructors with custom ones. One problem I faced during these processes was I cannot make the text bold, italic etc. To overcome this issue, you must find bold and italic versions of your font and put them in your assets folder also. Then you need to check the style attribute in your methods and retrieve the related .ttf file considering the style attribute (bold or italic). By doing this, you can easily use "android:textStyle" attribute in your custom TextView component.

( android, custom textview, typeface, style, bold, italic, andrpid:textStyle )

16 Eylül 2014 Salı

Milano

Bir şehri baştan sonra kültürel amaçlı gezmeden önce ciddi araştırır, gezilecek, gezebileceğim nereler var öğrenir, şehri çok iyi bir şekilde çalışırım. Her şehrin, her gidilecek yerin iyi-kötü yanları ile ilgili yorumlar olur. Sadece bu yorumlar bile Milano'ya gitmeden önce benim şehirden beklentimi mimimuma indirmeye yetti. Her 10 kişinin 7-8'i burayı Avrupa'nın en şişirilmiş şehirlerinden birisi olarak adlandırıyor. Tamam haklı olunan noktalar çok fakat çok düşük beklentiyle gidince şehir çok da kötü gelmedi gözüme. Biraz daha detaya girelim...

Malpensa Havalimanı'ından şehre gidiş geliş için ne yazık ki en kolay ve ucuz yol, havalimanında bulunan otobüsler. 16€ karşılığında, dönüş ucu açık bir şekilde gidiş dönüş bilet alabiliyorsunuz ve otobüs sizi Centrale istasyonuna kadar bırakıyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor ve havalimanındaki kullandığınız terminale göre biraz değişebiliyor. Bu yolculuğumuzda ise otel olarak, havalimanı ve trenlere gidiş gelişimiz kolay olsun diye istasyon yakınında bulunan Hotel New York'u seçtik. Bu otel, Centrale'nin hemen yanında bulunuyor ve biz çok memnun kaldık. Çok yeni olmasa da odalar oldukça geniş ve görevliler çok yardımseverdi. Zaten Milano'da otel fiyatları, diğer Avrupa şehirlerine kıyasla fazla pahalı değil o nedenle daha merkezi bir yer de tercih edebilirsiniz çünkü burası Duomo gibi yerlere 5-6 metro durağı mesafede.

Otel odamızdan Centrale manzarası
Her şehrin, gezi sitelerinde ismini arattığınızda çıkan simge yerleri ve özellikleri vardır. Milano için bunlar: Duomo Meydanı ve Katedrali, çok parası olanlar için alışveriş cenneti (Baya baya çok parası olanlar için), Galleria Vittoria Emanuele 2 ve Sforzesco Kalesidir. Evet, ciddi önemli yerler gerçekten bu kadar. Benim için ve tabi Da Vinci hastaları için ise Milano'ya gidince görülmesi gereken ilk yer ise İsa'nın Son Akşam Yemeği (The Last Supper) eserinin bulunduğu Santa Maria Delle Grazie kilisesidir. Gezilecek görülecek en önemli yerler bunlar. Fakat Milano'da yapılması gereken en önemli şey ise kesinlikle çeşit çeşit enfes yemeklerden yemek. Bu şehir aklımda hep yemekleri ve yemek konseptleriyle kalacak. Daha da detaya girelim...

Duomo Meydanı ve Katedrali
Şehrin turistik anlamda merkezi bu bölge. Duomo ve bir kaç önemli yer yine bu çevrede yer alıyor. Centrale istasyonundan burası yaklaşık 3 km mesafede. Yürümek için uzak bir mesafe gibi görülebilir fakat şehirde yapılacak zaten çok bir şey olmadığı için bu yol rahatlıkla yürünebiliyor. Giderken bol miktarda lüks mağaza görüyorsunuz. En ucuz ürünler genelde şallar oluyor ki onlar da 300-400€ :) Dediğim gibi zenginseniz tam bir cennet:) Neyse meydana çok yakın bir mesafede Leonardo da Vinci heykeli bulunuyor. Heykelin hemen yanında bulunan binanın arkası ise Duomo Meydanı. Burada Duomo Katedrali yer alıyor. 1300lü yıllarda başlayıp yaklaşık 500 yılda bitmiş bir yapı. Şimdiye kadar gördüğüm katedraller arasında Sagrada Familia ile birlikte en etkileyici dış görünüşe sahip olan katedral diyebilirim. Burası, Avrupa'nın en büyük 4. katedrali. İçeri giriş ücretsiz. Eğer kulelere çıkmak isterseniz, asansör ya da merdiven seçeneğine göre değişen ücretler var. Milano'ya gitmişseniz buraya kesin gitmelisiniz.




Santa Maria Delle Grazie - Son Akşam Yemeği
Özellikle Roma'da beni çok etkileyen rönesans dönemi eserleri ve Louvre Müzesi'ndeki Da Vinci eserlerini gördükten sonra, kişisel bir ilgim de olması dolayısıyla Da Vinci'nin "Son Akşam Yemeği" eserinin bulunduğu kiliseyi kesinlikle görmem gerekiyordu. Öncelikle şunu söyleyeyim, bu eser bir tablo vs. değil. Bir kilisenin duvarında bulunan, direkt olarak duvara yapılmış bir çalışma. Dolayısıyla boya renk ve bütünlüğünü koruması çok zor olduğundan ötürü içeri 2-3 kapıyı geçip giriyorsunuz. Bir kapı kapanmadan diğeri açılmıyor falan, hava ile temas en aza insin diye. Bu nedenle içeri girip istediğiniz gibi gezemiyorsunuz. 15 dakikalık periyotlar halinde içeri 25er kişi alınıyor. Dolayısıyla biletinizi 2-3 ay öncesinden online olarak almadıysanız yer bulma imkanınız yok. Her ayın ilk pazar günü giriş ücretsiz fakat yine de rezervasyon yapmanız lazım. Eser, Hz. İsa ve havarilerinin bulunduğu, içerisinde Da Vinci'nin klasik gizemlerini barındıran bir kuru duvar boyaması. Kilisenin bir duvarında bu eser bulunuyor. Resmini gizli bir şekilde çektim, aşağıda görebilirsiniz. Eserin bulunduğu kilise 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanıyor ve kilise, Son Akşam yemeği ve hemen karşısında duran diğer eserin bulunduğu duvarlar hariç yıkılıyor. Zamanla eser restore edilip, iyileştiril günümüze geliyor. Bence Milano'nun olmazsa olmazı burası.


Galleria Vittoria Emanuele 2
Burası, dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden bir tanesi. Yapı gerçekten çok görkemli ve inanılmaz yüksek. Dünyaca ünlü ve pahalı markaların mağazaları burada yer alıyor. Gucci, Prada, Louis Vuitton gibi markaların mağazaları var. Ayrıca içeride bir çok restoran da yer almakta. Alışveriş merkezi, Duomo Meydanı'nın hemen yanında bulunuyor. Bir girişi direkt olarak meydana çıkıyor. Gitmişken görülmesi gereken yerlerden bir tanesi ama çok vakit geçirilecek bir yer değil.


Castello Sforzesco
15. yüzyılda yapılmış büyük bir şato burası. Özellikle Milano'nun savunulması noktasında önemli bir yere sahipmiş. Duvarları, okçular için yapılmış deliklerle dolu. Etrafında eskiden kalma, şu an içi boş olan hendekler var. Günümüzde artık sergi salonu, müze ve sanat olaylarına ev sahipliği yapan bir yer olmuş. Eğer bisiklet kiralarsanız buraya gidiş geliş çok keyifli. Hemen arkasında çok güzel ve büyük bir park var. Parkın içinden geçip buraya ulaşabilirsiniz. İlgisini çekenler için Michelangelo'nun yarım kalmış son eseri olan Rondanini Pietàsı buradadır.


Milano ve Yemek
Herkes aynı düşünür mü bilemem ama bir Türk için Avrupa'daki yemek cenneti bence İtalya'dır. Damak tadımıza uygun ve şahane yemekler var. Milano'da yapılacak çok da fazla bir atraksiyon olmadığı için buranın yemek kültürünü ve meşhur yemeklerini fazlaca araştırma imkanım oldu. Şimdi biraz bunlardan bahsedeyim. Milano'nun en önemli yemek olayı, meşhur "aperitivo" konseptidir. Akşamüstü saat 6-7 civarı bir mekana gidiyorsunuz ve sadece aldığınız içkinin parasını veriyorsunuz. Mekanlar size açık büfe atıştırmalıklar sunuyor ve bunların tamamından ücretsiz faydalanabiliyorsunuz. Peynir çeşitlerinden böreklere, pizzalardan salatalara bir çok çeşit bulmak mümkün. Bir akşam yemeği kesinlikle bu şekilde yenmeli bence. Aperitivo, saat 9-10'a kadar devam ediyor. Kişi başı 7-8€'ya rahat rahat doyuyorsunuz. Merkezden uzakta, Porta Genova F.S. metro istasyonunda inerseniz, Milano'nun o sıkıcı şehir düzeninin bir anda değiştiğini göreceksiniz. Ufak bir akan dere gibi bir yer burada ve aperitivocular buranın etrafına konuşlanmışlar. Beğendiğiniz bir tanesine oturabilirsiniz, ortam çok güzel.

Milano'daki meşhur yiyeceklerden bir tanesi Panzerotti. Bildiğimiz Pişi'ye çok benziyor ve beni çok etkilemedi açıkçası. Nerede yiyebileceğimizi sorduğumuz zaman ise tüm Milano'dan tek bir yanıt aldık: "Luini". Fakat ne yazık ki burası Pazar günleri kapalı oluyormuş ve bizim haberimiz yoktu bundan, bu nedenle orada yiyemeden dönmek zorunda kaldık :( Bir diğer atıştırmalık lezzet ise bruschetta. Bu gerçekten enfes bir tat. Kızartılmış ekmek üzerine bol zeytinyağlı ve domatesli bir sos ile geliyor. Üzerindeki malzeme soğuk ve çok lezzetli. Kesinlikle tadın. İçecek olarak ise buranın meşhur bir lezzeti olan Negroni'yi deneyin. Portakallı ve içerisinde cin bulunan bir kokteyl. Ben gitmişken denedim fakat oldukça ağır onu belirteyim. Son olarak eğer gerçekten ismi karizma olan bir Milano yemeği yemek isterseniz "Ossobuco Con Risotto Alla Milanese" tatmalısınız :) Safranlı pilavın üzerinde ya da yanında gelen dana incik. Oldukça lezzetli ve büyük. Bir porsiyon ile rahatça doyarsınız. İmkanınız olursa bu lezzeti de tadın derim.

Ossobuco Con Risotto Alla Milanese
Gitmişken tabi ki pizza, makarna, lazanya vs. yemelisiniz, bunlardan bahsetmiyorum bile. Pizza için şahane bir yer var : Pizzeria del Ticinese. Burası Ticinese bölgesinde ufak bir pizzacı. İçerisi 1900'lü yıllardan kalma bir italyan lokantasını andırıyor ve çok güzel. Oldukça ilgililer. Pizzaları şahane, fiyatları uygun. 15€ civarı kişi başı bir pizza ve bir kadeh şarap alabiliyorsunuz. Pizza olarak, şu an ismini hatırlamadığım, küflü peynirli bir pizza vardı, kesinlikle deneyin. Ayrıca tripadvisor tavsiyeleri üzerine gittiğimiz Botega Caffe Cacao'yu da çok beğendik. Gün içerisinde bir kahve molası için uğrayabilirsiniz. Amaretto içmenizi tavsiye ederim.




Özetlersek; İtalya'nın tamamını gezmedim fakat Milano için İtalya'nın en concon ve benim gezdiğim yerler arasında kısmen sıkıcı olanlardan birisi desem yanılmış olmam sanırım. Fakat lokasyon olarak iyi bir yerde ve bir çok yere aktarma yapmakiçin burada konaklamanız gerekebilir. Bu durumda 2 gün burası için yeterli olacaktır. Şehir içi görülecek yerler birbirine çok yakın olmamasına rağmen biz metroyu fazla kullanmadık, Milano'da "BikeMi" diye bir nimet var çünkü. BikeMi, bir bisiklet kiralama mekanizması aslında. Şehrin 160'dan fazla noktasında bulunan bisiklet park yerinden, şifrenizi kullanarak bisiklet alıyorsunuz ve yarım saat içinde gezip bisikletinizi başka bir park yerine bırakıyorsunuz. Yöntem bu şekilde. Park yerleri çok yakın olduğu için rahatça gezebiliyorsunuz. Eğer süreyi geçerseni 0.5€ gibi bir cezası var. Günlük 2€ gibi komik bir rakama, bu hizmetten faydalanıyorsunuz. Milano bir bisiklet şehri değil kesinlikle ama bahsetttiğim parkta gezmek için ve açık havada seyahat etmek için tercih edebilirsiniz. Son olarak, eğer buradan sıkılırsanız, 1 saat mesafede bulunan meşhur Como gölüne de gidebilirsiniz.





( Milano, moda, Duomo, Sforzesco, Santa Maria Delle Graziea, Da Vinci, San Siro, BikeMi, Son Akşam Yemeği, Aperitivo, lazanya, şarap, makarna, pizza, panzerotti, luini )

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Barcelona



Amsterdam sonrası ikinci durağım Barcelona oldu. Bundan yaklaşık 5 yıl önce de gelmiştim Barcelona'ya fakat çok uzun süreli bir uçak rötarından ötürü şehri istediğim gibi gezememiştim. Bu sefer adeta acısını çıkarmak için gittim Barcelona'ya :) 3,5 - 4 günlük bir zaman ayırdık ve ufak tefek gezemediğimiz yerler dışında süre yetti diyebilirim.

Önceki gelişimde, şehre yaklaşık 1-1,5 saat mesafede olan Girona Havaalanı'nı kullanmıştım. Bu sefer merkeze yakın olan Barcelona Havalimanı'nı kullandım. Buradan merkeze gitmek de oldukça kolay. Havalimanı'ndan merkeze giden trenler var. Bu tren ile Barcelona'nın oldukça merkezi bir bölgesi olan Passeig de Gracia'da inebiliyorsunuz. Sonrasında zaten metro ile istediğiniz yere gitmeniz mümkün. Metronun bir çok hattı var. Bilet fiyatları, şehir içinde belirlenmiş bölgelere göre değişiyor. Buraya giderseniz tavsiyem kesinlikle T10 Zone 1 (Bölge 1) biletlerinden almanız. Bu bilet kişi başı değil, iki kişi aynı bileti kullanabiliyorsunuz. 1. bölge için toplam 10 adet biniş hakkınız var. 1. bölge, gideceğiniz yerlerin %99'unu karşılıyor zaten. Ücreti de 10€ civarıydı. Ayrıca havalimanından bindiğiniz tren için de aynı kartı kullanabiliyorsunuz. Bu yöntemleri kullanıp merkeze geldiğinize göre artık Barcelona'ya başlayabiliriz...

Artık gideceğim Avrupa gezilerinde, sadece kültürel yönlerden ziyade dinlenmemi sağlayacak, daha eğlenceli lokasyonlar aramaya başladım. Barcelona, bu anlamda tam isabet diyebilirim. Yapılacak etkinlik, gidilecek yer sayısı çok fazla ve çok çeşitli. Bunlar arasından bizim gittiklerimizi kısaca özetleyeyim:

La Sagrada Familia
Barcelona gezisi denildiği zaman ilk karşınıza çıkan, tabi ki şehrin simgesi durumunda olan Sagrada Familia Bazilikası'dır. Burası, Antoni Gaudi'nin 1800'lerde yapımına başladığı, kendisi ölünce yapımına devam edilen, hala tamamlanmamış ve bitişi için 2022 yılı öngörülen gotik tarzı bir başyapıttır. Gördüklerim arasında, Vatikan'ı saymazsak Avrupa'daki en etkileyici dini mekan diyebilirim. Tamamen kumdan yapılmış bir görüntüsü var dışarıdan. Üzerinde çok sayıda heykel bulunmaktadır ve hepsi, Gaudi'den sonraki mimarlar tarafından özenle tasarlanıp binaya eklenmiştir. Devasa yükseklikteki çan kulelerine çıkma imkanınız var ve gitmişken bunu kesinlikle yapın. Asansörle çıkıp isterseniz daracık merdivenlerden aşağıya inebiliyorsunuz. Yukarıda enfes bir manzara var ve yapının aşağıdan kolay görülmeyen bir çok detayını buradan görebiliyorsunuz. Örneğin Gaudi'nin diğer yapıtlarında sıkça kullandığı parça parça ve renkli karolar, bazilikanın üst kısımlarında da mevcut. Bazilika'nın içi ise çok daha görkemli. Oldukça korkutucu bir görüntüsü olmasının yanı sıra renkli camlarından içeri giren ışıkların yarattığı ambiyans şahane. Çok özen gösterilmiş bir yapı. Dini törenlerde kullanılan hoparlörler bir kolonların desenlerinde boyanmış, belli bile olmuyor. İçerideki müze kısımlarında ise yapı ile ilgili detaylı bilgiler almak mümkün. Özetle, Barcelona'da gidilmesi gereken en önemli yer burası.

Kulelerden bir manzara

Casa Battlo
Gaudi'nin bir başka şaheseri de burası. Passeig de Gracia üzerinde bulunan bu yapı, sahibi olan tekstilci tarafından yeniden yaptırılmış (Tabi ki Gaudi'ye). Gaudi'nin elinin değmesinden sonra burası bambaşka bir yer olmuş. İçeri girdiğinizde kendinizi gerçek dışı bir masal ortamında buluyorsunuz. Her şey çok renkli, her şey çok sürreal, her şey çok yuvarlak hatlara sahip ve en ufak detay bile düşünülmüş içeride. Avuç içinin şekline göre hazırlanmış kapı kolları, alt katlarda geniş olan, üst katlarda daralan pencere boyutları, her bölümün eşit hava almasını sağlayan hava kanalları gibi bir çok önemli detay mevcut. Hayatınızda muhtemelen benzerini görmediğiniz bu binayı mutlaka sesli rehber alarak ziyaret edin. Türk üniversitelerinin öğrenci belgeleri burada geçerli ve oldukça iyi indirimler sağlıyor.


Casa Mila (La Pedrera)
Gaudi'nin bir başka evi fakat biz gittiğimizde burası restorasyon halindeydi. Tamamını göremeyeceğimiz için girmedik. Burası da çok güzel diyorlar ama kıyaslamalarda genelde Casa Battlo daha çok beğeniliyor.


Camp Nou
Şimdi gelelim asıl meseleye. Müzeymiş, kültürmüş, turizmmiş, bunlar fasa fiso şeyler. Camp Nou ulan! Geçen gittiğimde zaman yetmediği için kapısından döndüğüm mabede bu sefer oldukça fazla vakit ayırdık. Giriş ücreti çok ucuz değil fakat her kuruşuna değdi diyebilirim. Eğer benim gibi bir Barcelona FC fanıysanız, buraya gitmeden Barcelona'dan dönmeyin sakın. Girişte öncelikle sizi, takımın geçmişini anlatan görseller, formalar, malzemeler ve tabi ki boy boy kupalar var. klasik kısmı geçtikten sonra Şampiyonlar Ligi kupalarımız geliyor. Hemen yanında ise Messi için yapılmış ayrı bir bölüm var. Burada Messi'nin istatistiklerini ve kazanmış olduğu ödülleri görmek mümkün. Bu bölümden sonra, yine kulübü anlatan sunumların olduğu koridorlardan geçip tribünlere ulaşıyoruz. Şükrü Saraçoğlu'na ilk gittiğim zamanı hatırlıyorum. Stadın büyüklüğü karşısında ne kadar etkilendiğimi falan. Fakat burası çok farklı bir yermiş. Stadyum tek kelimeyle şahane. Çok büyük ve çok görkemli duruyor. Tribünlerden sonra basın tribününe ve içerisinde jakuzinin bile bulunduğu soyunma odasına iniyorsunuz. Çıkış tünelinin yan tarafında ise takıma özel küçük bir kilise bulunuyor. Sonrasında çimlere çıkıyorsunuz. Turun sonunda ise interaktif bir kaç etkinlik sonrası takım ürünlerinin satıldığı mağaza var. Eğer çok paranız varsa buradan forma falan alabilirsiniz :) Özetle, burayı kaçırmayın. Hatta imkan olursa bir maça gidin derim.



Parc Guell
Yine Gaudi'nin elinden çıkma bu park şehrin biraz dışında. Yine de metroyla ulaşmak mümkün. Sonrasında biraz yürümeniz gerekebilir. Tek sıkıntı, parka yakın olan metro çıkışlarının bir tanesinden parka gitmek için çok sağlam bir yokuş çıkmanız gerekiyor. Parkın manzarası mükemmel ve bu manzara için ödenmesi gereken bir bedel bu. Park iki kısımdan oluşuyor. Paralı olan kısım ve halka açık olan kısım. Halka açık kısımdan diğerine giderken çok güzel sokak müzikleri eşliğinde tam bir film içerisindeymişcesine yürüyorsunuz. Gitmeden uyarayım, paralı kısıma giriş için en az 3 saat beklemeniz gerekiyor. Dolayısıyla önceden bilet almanız daha mantıklı olabilir. Paralı kısımda Gaudi'nin bu parkla özdeşleşmiş kertenkele, ejderha karışımı heykeli de burada. Onun dışında yine yuvarlak hatlar ve mozaiklerin mevcut olduğu park gerçekten çok güzel.


La Rambla
Barcelona'nın İstiklal Caddesi burası oluyor. Cadde özellikle akşamüstünden itibaren canlanıyor ve gece yarısına kadar bu canlılık devam ediyor. Caddenin ortasında yayalar yürüyebiliyor ve iki yanında araç trafiği mevcut. Cadde üzerinde hediyelik eşya satanlar, garip kostümlerle şovlar yapanlar, restoranlar mevcut. Belli saatten sonra bol miktarda uyuşturucu satıcısı doluyor. Kulağına coco, weed... diye fısıldamaya başlıyorlar. Ayrıca bu gittiğimde, geçtiğimiz sefer orada olmayan, iğrenç bir ses çıkaran garip ördek düdüğü gibi bir şey satan tipler var. 3 gün boyunca kendilerine sağlam sövdük çıkardıkları sesten ötürü. Biraz pahalı da olsa akşam burada oturup bir şeyler yiyin derim. Cadde yürürken çok keyifli. Bu nedenle her seferinde başında sonuna yürümek istiyor insan ama aslında o kadar da kısa bir cadde değil. Üzerinde 2 metro durağı var öyle söyleyeyim. Caddenin sahil taraf ucunda Kristof Kolomb heykeli, diğer taraf ucunda ise Katalan Meydanı var. Katalan Meydanı da şehrin merkez ve canlı yerlerinden bir tanesi. Mağazalar, restoranlar, parklar falan var. Bir akşam buraları da gezmelisiniz.

Barceloneta Beach
Bir önceki ziyaretimizde de denize girmek için Barceloneta'yı tercih etmiştik. Bu sefer Marbella'ya falan gitmeyi planlıyorduk ama burası yakın geldiği için yine aynı yeri tercih ettik. La Rambla'dan yaklaşık 20-25 dakika yürüme mesafesinde. Sahil kenarından yürüyorsunuz. Her taraf çok canlı cafe ve benzeri mekanlarda dolu. Sahil çok canlı. Plajın ücretsiz kısmına havlunuzu alıp gidebilirsiniz. Yalnız şunu söyleyeyim, Ağustos ayı olmasına rağmen deniz suyu, bizim standartlarımıza göre soğuktu diyebilirim. Buranın hemen devamında, çok övülen fakat gidemediğimiz Port Olimpic var. Burada gece gidilebilecek güzel mekanlar falan var. Zamanınız varsa gidin derim.

Barri Gotic
Burası şehrin en güzel lokasyonlarından birisi. Gotik bölgesi olarak geçen bu bölge, La Rambla'nın hemen arkasında bulunuyor ve eski tarz yapılar ile dolu. Hani Meksika ya da İspanyol konseptli filmlerde görüntü hep böyle güneş altında sararmış olarak gözükür ya, binalar falan aynen o şekilde. Sokaklar daracık. Buralarda yürümesi gerçekten çok keyifli. Şehrin gelişmiş kısmını bir kenara bırakırsak işte gerçek Barcelona burası diyebilirsiniz. Sokakların arasında ufak ufak meydanlar var. Buralardaki dondurmacılardan kesinlikle dondurma yiyin. Şehrin önemli 2 yapısı olan Barcelona Katedrali ve Santa Maria Del Mar Bazilikası bu bölgeye yakın. Buralar, Avrupa'nın çeşitli yerlerinde görebileceğiniz katedraller gibi. Girişleri ücretsiz, kulelere çıkış ücretli. İlginiz var ise gezebilirsiniz.


Picasso Müzesi
Asıl adı Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso olan :D ünlü İspanyol ressamın çok fazla sayıda eserinin olduğu bu müze, Gotik bölgesine oldukça yakın. Aralarda bir yerde, biraz zor bulunuyor. Müze, öğrencilere ücretsiz fakat 5€'ya kesinlikle sesli rehber alın. Pablo Picasso'nun daha 10lu yaşlardayken yaptığı eserlerden, son yapıtlarına kadar her türden eseri burada mevcut. Galeriler, kronolojik olarak sıralanmış. Böylece Picasso'nun gelişimini de izleyebiliyorsunuz. Örneğin çoğu kişi onu, kariyerinin sonlarına doğru öncüsü olduğu kübizm akımı eserleriyle tanır. Hani şu geometrik geometrik insan figürleri falan. Ama kariyerinin başlarında, diğer ressamlarınkiler gibi çok güzel eserleri de mevcut. Burayı da kaçırmayın derim.

La Boqueria
La Ramblas'ın tam ortasında sol tarafta olan La Bouqeria, bol miktarda meyve ve özellikle çeşit çeşit deniz ürününün satıldığı bir pazar. Buradan, gün ortası için atıştırmalık meyveler alabilir, kürdan tapas olarak bilinen 1€'luk pintxos'lardan yiyebilir, daha önce satıldığını hiç görmediğiniz deniz ürünleri görebilirsiniz. Ayrıca satış yapan yerlerin çoğunun ufak restoranları da bulunmaktadır. Balığınızı seçip sonrasında orada pişirtip yiyebilirsiniz. İçerisi biraz fazla kalabalık fakat en azından bir öğle yemeği ya da atıştırması için burayı tercih edebilirsiniz.


Devam...
Oradayken, geçen sefer de kaldığımız Pension Portugal'da kaldık. Hostel çok bakımlı değil fakat temiz ve en önemlisi La Rambla'nın sahil kısmında. Lokasyon itibariyle on numara. Aşırı lüks derdiniz falan yoksa tercih edebilirsiniz. Şehirde ciddi bir Katalan milliyetçiliği var. Her yerde, her açıklama önce Katalanca yazılmış. İspanyolca sonra geliyor. Turist olarak sizi etkileyen bir durum yok tabi Real Madrid formasıyla falan gezmezseniz:) Ben geçen sefer yaptığım gibi Barcelona formamla gezdim ve çok rahattım bu konuda. Bir önceki gidişimizde Hop On Hop Off tura katılmıştık. Bu sefer ihtiyaç duymadık fakat şehre ilk defa gidiyorsanız kullanın bu otobüsleri. Toplu taşımayla zor ulaşabileceğiniz yerlere de götürüyor sizi. Onun dışında metro kullanın. Avrupa'nın en beğendiğim metrosu burası oldu benim. Hem trenler çok yeni, hem de en geç 2 dakika içerisinde metro geliyor. Ya da bizim yaptığımız gibi gezi amaçlı elektrikli scooter ya da bisiklet kiralayabilirsiniz. Bisikletle çok rahat gezilebiliyor, ayrı yollar falan var. Sahil tarafını bu şekilde gezebilirsiniz. Gitmişken en kötüsü bile olsa flamenko izleyin. Güzel ufak bir meydan olan Placa Reial'da bulunan Tarantos'a gittik biz. Şov değişik fakat çok etkileyici değildi ama kişi başı 8€'ya değdi her türlü.

Bize uygun gelmedi fakat çok gezenler için Barcelona Kart alınabilir. Onun dışında öğrenci belgeniz varsa kesin götürün, bir dolu giriş indiriminden faydalanırsınız. Müze ve restoran ücretleri hiç de ucuz olmayan bir yer Barcelona fakat gitmişken yapılması gerekenler, yenmesi gereken yemekler var. Zara, Massimo Dutti, Mango gibi mağazalar burada bol miktarda var. İndirime denk gelinirse çok ucuza ürünler bulmak mümkün. Restoran kısmına gelirsek, akşam yemeği için planladığım hiç bir yere gidemedik. Kahvaltı için La Pastisseria Barcelona ve kesin gidilmesi gereken Hofmann Pastisseria'ya gittik. Hofmann'ın yeri çok güzel, frambuazlı kruvasanı harika. Tabi ki gitmişken Tapas, Paella, Pintxos yiyin ve kesinlikle en azından Sangria deneyin. Barcelona'yı gezmeden Avrupa gördüm demeyin...

    

( Barcelona, Las Ramblas, Camp Nou, La Sagrada Familia, Casa Battlo, Parc Güelli, Picasso, Tapas, Paella, Sangria )

Amsterdam

Bu yaz yapmış olduğum 2 haftalık Avrupa gezimde bir çok önemli şehri gezdim. Zaman buldukça buralardan bahsedeceğim. İlk yazıma, gezimin ilk durağı olan Amsterdam'la başlayayım.


Daha önce araba ile bir kez daha gelmiştim Amsterdam'a. İlk defa Schiphol Havalimanını kullandım. Oldukça büyük bir havalimanıymış. Özellikle alışveriş ve duty free cenneti diyebilirim. Fiyat olarak olmasa da çeşit olarak öyle. Havalimanından merkeze geliş de oldukça kolay. Schiphol'den, meşhur Centraal tren istasyonuna metro ile hızlı ve ucuz bir şekilde gidilebiliyor. Zaten Centraal Station, Amsterdam'ın merkezi diyebiliriz. Buraya geldiğimizde Temmuz sonu olmasına rağmen sağlam bir sağanak yağmur ile karşılaştık. Yani hangi mevsimde geliyorsanız gelin, yanınızda en azından bir yağmurluk olsun. Biz o şekilde gezdik. Eğer kısa süreli bir gezi yapacaksanız şehri, müzeler bölgesi, Dam Meydanı ve çevresi (Redlight vs.), Jordaan bölgesi olarak üçe bölmelisiniz ve merkez istasyon bunların hiçbirisine uzak değil diyebiliriz. Daha rahat takip edilebilmesi adına madde madde devam edeyim:

Konaklama
Konaklama için, merkez istasyonun şehrin ters yönüne doğru olan kısmında ve 5 dakika yürüme mesafesinde olan City Hotel Amsterdam'da kaldık. Otelin yeri gerçekten çok iyiydi. Aşırı merkezi değil fakat merkeze oldukça yakın bir lokasyonda. Böylece günün yorgunluğunu, sabaha kadar süren Amsterdam gecelerinin gürültü ve keşmekeşinden uzakta atabildik. Otelin personelleri de oldukça yardımsever ve düzgün insanlardı. Gideceğimiz gün karşılaştığımız görevlilerden birisi Türk çıktı hatta, muhabbet ettik falan. Kahvaltı dahil konakladık. Odaları biraz küçüktü fakat eşimle birlikte bu tarz gezilerde otel kısmına çok takılmadığımız için sıkıntı olmadı. Ücret olarak diğer otellere kıyasla iyi bir fiyata kaldık fakat herşeye rağmen Amsterdam Avrupa'nın en pahalı şehirlerinden birisi bunu unutmayın.

Önemli Gezi Noktaları

Madame Tussauds
Daha önce gitmiş olduğum Amsterdam Madame Tussauds'a, eşimle birlikte bir kez daha gittim. Açıkçası, geçen sefer gittiğimde içinden geçtiğim korku tüneli için çok hevesliydim. Onu kaldırmışlar. Öyle olunca biraz hevesim kaçtı ve bana çok keyif vermedi. Ama Londra'dan sonra gidilebilecek en iyilerinden yine de. Bilmeyenler için, balmumu heykeller var ünlülerin. Giriş ücreti biraz tuzlu gelebilir fakat I Amsterdam kart ile indirim var ve kombi biletler ile daha da ucuza getirebilirsiniz. Zamanınız varsa gidin, eğlenirsiniz.


Heineken Experience
Amsterdam'da, gidilmeden dönülmemesi gereken mekanların başında gelen bir yer Heineken Experience. Heineken firmasının kuruluşu ve kurucusu ile ilgili bilgiler veren, biranın nasıl yapıldığını gösteren, eğlenceli, hediyeleri olan interaktif bir müze. Bira yapmanın aşamalarını hem video olarak gösterip hem de sizi de işin içine sokarak aynı aşamalardan geçiriyorlar. 4 boyutlu sinema içerisinde bir bira şişesi oluyorsunuz ve baştan sona yolculuğun içerisinde yer alıyorsunuz falan. Bir doldurmayı öğreten barmenler var. Eğlenceli bir ortam. 2 bira hediye. Bardak vs. gibi hediyeler de var. I Amsterdam kart ile indirimli girebiliyorsunuz. Kaçırmayın.


House of Bols
Van Gogh müzesinin hemen karşısında yer alan bir kokteyl müzesi. Bols ürünüyle yapılan kokteyller odaklı konsepte yine tarihi bilgiler alabilir, yalnızca koklayarak kokteyllerin içeriğini tahmin etmeye çalışabilirsiniz. Biz gittiğimizde interaktif bazı bölümlerbozuk olduğu için kişi başı 5€'ya girdik ve 2 kokteyl hediyeydi. Sadece bunun için bile gidilebilir.

Red Light District
Amsterdam denince bir çok insanın aklına gelen ilk yer belki de Red Light'dır. Amsterdam'da yaşayan hayat kadınlarının kırmızı ışıklı odalar içerisinde kendilerini pazarlamaya çalıştıkları bir sokak diyebilirim. Oldukça kalabalık ve bilimum yetişkin aktivitelerinin bulunduğu bir mekan. İçeriğine aldanıp korkmamak lazım, aslında oldukça turistik bir bölge. Her köşe başı güvenlikler bulunmakta ve hemen hemen hiç olay gerçekleşmiyor burada. Gönül rahatlığıyla gezebilirsiniz.


Müzeler Bölgesi
Rijksmuseum, Van Gogh ve Stedelijk müzelerinin bulunduğu bölge. Müzeler birbirine çok yakın. Ortam çok canlı. Güzel parkların olduğu geniş bir alan aslında. Müzeler ile birlikte bu bölgeye 1-2 gün ayrılabilir. Dam Meydanı'ndan geçen 2 ve 5 numaralı tramvaylar ile Rijksmuseum durağında inip ulaşabileceğiniz gibi en fazla yarım saat yürüyerek de merkezden ulaşabilirsiniz. Tramvay yolunu takip etmek yeterli. Şehrin canlı bölgelerinden geçeceksiniz.


Dam Meydanı
Amsterdam'ın en canlı yeri diyebiliriz. Centraal'dan 10 dakika yürüme mesafesinde. Madame Tussauds, Kraliyet Sarayı, vs. gibi yerler burada. Hemen hemen herkesin ilk gezdiği yer burası olabilir. Çok kalabalık ve eğer bir organizasyona falan denk gelirseniz oldukça eğlenceli bir yer. Mesela bundan önceki gidişimde plaj futbolu turnuvasına denk gelmiştim. Kesin görülmeli burası.


Kanallar
Amsterdam'ın istemeseniz de yakından göreceğiniz en güzel yanı şüphesiz ki kanalları. Amsterdam, yarım simit şeklinde iç içe geçmiş kanallardan oluşan bir şehir. Bu kanallar çok dar değil, içlerinden geçen taşıtlar var. Hatta Amsterdam'a kadar gitmişseniz bir kanal turu yapmadan dönmemelisiniz. I Amsterdam kart ile bir tane bedava hakkınız oluyor. Kanallar içerisinde yüzen evler bile mevcut. Buralarda daimi ikamet eden insanlar var. Tur esnasında onların yanından geçiyorsunuz. Adam gayet salonunda televizyon izliyor falan. Ayrıca kanalları gezerken mimari olarak harika bir görünüme sahip evleri de yakından inceleyebilirsiniz. Belli kanalların olduğu bölgelerde farklı tarzda evlere rastlamak mümkün. Mimarileri yakın fakat birbirlerinden farklılar. Hepsi çok eski. Evlerin girişleri çok küçük olduğu için insanlar taşınırken eşyalarını evlerin pencelerinden sokuyorlar. Bunu yapmaları için de her evin ön kısmında, çatıda bulunan büyük kancalar var.


Çiçekçiler Pasajı
Dam Meydanı'ndan müzeler bölgesine giderken tam ortalarda bir yerde kanal kenarında bir yer burası. Yan yana bir çok çiçekçi dükkanı var. Bol miktarda hediyelik eşya ve tabiki her çeşit çiçek bulmanız mümkün. E Hollanda diyince konsept tabiki lale oluyor. Her yer lale soğanı kaynıyor. Uzun süreli yolculuğa dayanamayacağı için biz alamadık ama bahçesi olanlar alabilirler. Çeşitçeşit bitkiler, onların tohumları ve filizleri mevcut. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer burası da. Zaten çok zaman alan bir yer de değil.

Müzeler
Amsterdam'ın çılgın yanının dışında, gezilmesi gereken çok önemli müzeleri de var. Hepsini gezemedik fakat gezdiklerimizden kısaca bahsedersek;

Rijksmuseum
Açık ara Amsterdam'ın en önemli kültürel gezi noktası. Müzeler bölgesinde bulunuyor ve lokasyon olarak diğer müzelere çok yakın. Meşhur, önünde resim çektirmeyenin dövüldüğü "I Amsterdam" yazısı da, müzenin hemen önünde. Sanat ve tarih müzesi olarak geçen müzenin assolisti ise şüphesiz Rembrandt. Kendisinin bir çok eseri burada görülebilir. En önemli eseri olan "The Nightwatch" da buradadır efendim. Kaçırmayın ve gidin görün. Gerçekten eser muazzam. Detaylı olarak okursunuz tabi ama sanki bir sahne içinde, belli bölümleri ışıklarla aydınlatılmış gibi fakat aslında öyle bir şey yok. Tablonun kontrast ayarlama olayı inanılmaz. Şimdiye kadar gördüğüm en muntazam tablolardan birisiydi. Onun dışında içeride Vermeer'in Süt Boşaltan Kadın tablosu gibi başka önemli eserler de var. Giriş, I Amsterdam kart ile indirimli. Girişte sıra oluyor falan diyorlardı ama biz açılış saatinde gittiğimiz için çok rahat gezdik ve müzeye oldukça rahat bir şekilde girdik.


Van Gogh Museum
Gidilmeden olmaz denilen 2 müzeden diğeri ise Van Gogh müzesi. Rijksmuseum'un hemen yanında olan bu müzeye ise giriş I Amsterdam kart ile ücretsiz olduğu için girişinde sabah bile olsa inanılmaz kuyruk oluyor. Biz ilk gün giremedik, ertesi gün tekrar geldik o derece. Online bilet alınması mantıklı olabilir. Müzede, Van Gogh'un çok sayıda eseri, kendi akımından giden başka ressamların eserleri, Van Gogh'un hayatının anlatıldığı bölümler, eserlerinin detaylı incelendiği bilgilendirici etkinlik ve videolar var. Van Gogh'un meşhur "Bedroom in Arles" tablolarının ilk versiyonu burada bulunuyor. Kendisine ait portreler de bol miktarda mevcut içeride. Eserleri yakından incelemek gerçekten çok keyifli. Sadece kısa fırça darbeleriyle ortaya koyduğu eserler insanı şaşırtıyor. Şahsım adına eserlerini görmek istediğim önemli kişilerden birisiydi ve müze beni oldukça tatmin etti.


Stedelijk Museum
Hayatımda daha önce hiç modern sanat müzesine gitmemiştim. Amsterdam'da bu eksikliği gidereyim dedim ve yıllardır ne kadar doğru bir iş yaptığımı görmüş oldum :D Gerçekten bu işten anlayan, modern sanata gönül vermiş insanları tehzih ederek, tamamen kendi adıma konuşursam, hayatımda böyle saçmalık görmedim :) Gerçekten bir çok eseri anlamaya çalıştık ilk başta fakat en sonunda gülmekten bizi dışarı atacaklar diye gezimizi kısa kestik. Yere çizilmiş bir karenin dört köşesine birer saniye aralıkla ve tik-tak sesleriyle ayak basan adamın bu videosunu 10 dakika boyunca düşünceli bir şekilde izleyen Hollandalı teyzeye selam gönderiyorum buradan :) I Amstedam kart ile ücretsiz, ilginizi geçerse gidebilirsiniz. Diğer müzelere çok yakın.


Anne Frank House
Bu müze ev, şehrin biraz batısında, Jordaan bölgesinde kalıyor. Yine Dam Meydanı'ndan 15 dakikada falan yürüyerek gidebilirsiniz. Müzeden bahsetmeden önce belirteyim, Amsterdam'da bir kuyrukta en uzun süre burada bekledik. Yaklaşık 2 saate yakın bir süre sonra içeri girebildik. Kesinlikle online bilet alın ya da açılmadan bir yarım saat önce falan orada bulunun derim. Müze ise, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi katliamından kaçmak için 2 yıl boyunca askerlerden saklanan Frank ailesinin saklandıkları ev. Ev gerçekten küçücük ve 2 yıl boyunca bir aile, hemen hemen hiç gün ışığı görmeden, ses bile çıkarmadan evin arka tarafında bulunan gizli bir bölmede yaşamışlar. Tüm o eski odalara falan girebiliyorsunuz. Ne yazık ki hikaye mutlu sonla bitmiyor ama ailenin kızı Anne'in daha sonra bulunan günlüğü, tüm yaşanılanları anlatıyor ve sonra da bu ev müze haline getiriliyor. Burayı pas geçmeyin derim. Burada herhangi bir indirim yok.

Ulaşım
Havalimanı - Merkez ulaşımı metro sayesinde çok rahat. Ücret de yanlış hatırlamıyorsam 4€ gibi bir şeydi. Şehir içi ulaşım ücretlerini bilemeyeceğim çünkü I Amsterdam kart ile biz ücretsiz gezdik. Eğer yürümeyi seven insanlarsanız şehrin önemli bir çok yerine yürüyerek de gidilebilir. Bunu yapmadığımız zamanlarda biz tramvayları tercih ettik. Otobüslerle uğraşmak istemedik. Tramvayların güzergahlarını falan turist bilgi merkezlerinden öğrenebilirsiniz.

Amsterdam Hakkında
Özetleyecek olursak, Amsterdam dolu dolu gezilebilecek bir Avrupa şehri. Sıkılmanızın imkanı yok. Avrupa'nın orta bölgelerini gezmeye giderseniz gezinizin %50-60'ını katedral ve bazilikalar oluşturacaktır. Bu şehirde o olay yok. Herkes çok rahat. Uyuşturucu serbest. Her köşe başı bir Coffee Shop bulmanız mümkün. Esrar kullanmasanız bile döndüğünüzde esrarın kokusunu artık biliyor olacaksınız çünkü şehir buram buram kokuyor:) Eğer kullanırım derseniz de en meşhur olanı Bulldog olanı. Bir tanesi çok merkezi bir yerde. Oturup normal birşeyler de içebiliyorsunuz. Bu tarz serbetliklere rağmen en ufak bir olay yok ama, herkes kendi halinde.

Amsterdam'da beni en çok sinirlendiren şey ise, bir çok insanın özenerek baktığı bisiklet olayı oldu. Bildiğiniz gibi Amstedam'da herkes her yere bisikletle gidiyor ve bu nedenle bisiklet sayısı oldukça fazla. Tam bir bisiklet şehri ona hiç lafım yok ama sadece bisiklet şehri. Yani bisiklet yolunda, motorlu taşıtların gittiği yolda, yaya kaldırımlarında, her yerde bisiklet kullanıyorlar. Dolayısıyla çok tedirgin yürüyorsunuz her yerde. Şehri resmen istila etmiş gibiler ve kural tanımıyorlar. Ayrıca bisiklet çalınma olayları da çok fazla. Bu nedenle bisiklet kiralama gibi bir fikrimiz vardı, bundan vazgeçtik.

Eğer en az 3-4 önemli müze gezecekseniz I Amsterdam kart edinmelisiniz. Fiyatlarına siteden bakabilirsiniz fakat kanal turu hediyesiyle ve ücretsiz ulaşım ile maliyetini karşılayabiliyor rahatlıkla.

Belki merak edenler olabilir oranın meşhur yemekleri falan yok mu diye? Bir çok yerel yemek araştırmıştım gitmeden önce fakat açık konuşmak gerekirse Amsterdam, yemekleri ile ünlü bir yer olmadığı için çok takılmadım. Ne bulursak yedik. Fakat özellikle büfelerde satılan külahta patates kızartmalarından alın. Cheddar soslu olanları tavsiyemdir. Restoran olarak Centraal Station'un hemen yanında, kanal dibinde Vapiano adlı İtalyan restoranı var. Fiyatlar uygun, yemekler güzel. Gidebilirsiniz. Diğer opsiyonlar ise Dam Meydanı'na giderken ara sokaklardaki restoranlar. Yine bol miktarda İtalyan ve Türk restoranı bulabilirisiniz. Biraz pahalı olabilir fakat lokasyonu çok güzel olan Hard Rock Cafe'yi de deneyebiliriniz. Bir de tabi ki Gouda ve Edam peyniri almadan dönmeyin. Avrupa'dan alacağınız, Türkiye'ye göre baya ucuz ve buradakilerden daha lezzetli olan yegane şey belki de.



( Hollanda, Amsterdam, Red Light, Van Gogh, Rembrandt, Gece Devriyesi, Rijksmuseum, Kanallar, Schiphol, Centraal, Dam Meydanı, Anne Frank )