23 Ağustos 2014 Cumartesi

Amsterdam

Bu yaz yapmış olduğum 2 haftalık Avrupa gezimde bir çok önemli şehri gezdim. Zaman buldukça buralardan bahsedeceğim. İlk yazıma, gezimin ilk durağı olan Amsterdam'la başlayayım.


Daha önce araba ile bir kez daha gelmiştim Amsterdam'a. İlk defa Schiphol Havalimanını kullandım. Oldukça büyük bir havalimanıymış. Özellikle alışveriş ve duty free cenneti diyebilirim. Fiyat olarak olmasa da çeşit olarak öyle. Havalimanından merkeze geliş de oldukça kolay. Schiphol'den, meşhur Centraal tren istasyonuna metro ile hızlı ve ucuz bir şekilde gidilebiliyor. Zaten Centraal Station, Amsterdam'ın merkezi diyebiliriz. Buraya geldiğimizde Temmuz sonu olmasına rağmen sağlam bir sağanak yağmur ile karşılaştık. Yani hangi mevsimde geliyorsanız gelin, yanınızda en azından bir yağmurluk olsun. Biz o şekilde gezdik. Eğer kısa süreli bir gezi yapacaksanız şehri, müzeler bölgesi, Dam Meydanı ve çevresi (Redlight vs.), Jordaan bölgesi olarak üçe bölmelisiniz ve merkez istasyon bunların hiçbirisine uzak değil diyebiliriz. Daha rahat takip edilebilmesi adına madde madde devam edeyim:

Konaklama
Konaklama için, merkez istasyonun şehrin ters yönüne doğru olan kısmında ve 5 dakika yürüme mesafesinde olan City Hotel Amsterdam'da kaldık. Otelin yeri gerçekten çok iyiydi. Aşırı merkezi değil fakat merkeze oldukça yakın bir lokasyonda. Böylece günün yorgunluğunu, sabaha kadar süren Amsterdam gecelerinin gürültü ve keşmekeşinden uzakta atabildik. Otelin personelleri de oldukça yardımsever ve düzgün insanlardı. Gideceğimiz gün karşılaştığımız görevlilerden birisi Türk çıktı hatta, muhabbet ettik falan. Kahvaltı dahil konakladık. Odaları biraz küçüktü fakat eşimle birlikte bu tarz gezilerde otel kısmına çok takılmadığımız için sıkıntı olmadı. Ücret olarak diğer otellere kıyasla iyi bir fiyata kaldık fakat herşeye rağmen Amsterdam Avrupa'nın en pahalı şehirlerinden birisi bunu unutmayın.

Önemli Gezi Noktaları

Madame Tussauds
Daha önce gitmiş olduğum Amsterdam Madame Tussauds'a, eşimle birlikte bir kez daha gittim. Açıkçası, geçen sefer gittiğimde içinden geçtiğim korku tüneli için çok hevesliydim. Onu kaldırmışlar. Öyle olunca biraz hevesim kaçtı ve bana çok keyif vermedi. Ama Londra'dan sonra gidilebilecek en iyilerinden yine de. Bilmeyenler için, balmumu heykeller var ünlülerin. Giriş ücreti biraz tuzlu gelebilir fakat I Amsterdam kart ile indirim var ve kombi biletler ile daha da ucuza getirebilirsiniz. Zamanınız varsa gidin, eğlenirsiniz.


Heineken Experience
Amsterdam'da, gidilmeden dönülmemesi gereken mekanların başında gelen bir yer Heineken Experience. Heineken firmasının kuruluşu ve kurucusu ile ilgili bilgiler veren, biranın nasıl yapıldığını gösteren, eğlenceli, hediyeleri olan interaktif bir müze. Bira yapmanın aşamalarını hem video olarak gösterip hem de sizi de işin içine sokarak aynı aşamalardan geçiriyorlar. 4 boyutlu sinema içerisinde bir bira şişesi oluyorsunuz ve baştan sona yolculuğun içerisinde yer alıyorsunuz falan. Bir doldurmayı öğreten barmenler var. Eğlenceli bir ortam. 2 bira hediye. Bardak vs. gibi hediyeler de var. I Amsterdam kart ile indirimli girebiliyorsunuz. Kaçırmayın.


House of Bols
Van Gogh müzesinin hemen karşısında yer alan bir kokteyl müzesi. Bols ürünüyle yapılan kokteyller odaklı konsepte yine tarihi bilgiler alabilir, yalnızca koklayarak kokteyllerin içeriğini tahmin etmeye çalışabilirsiniz. Biz gittiğimizde interaktif bazı bölümlerbozuk olduğu için kişi başı 5€'ya girdik ve 2 kokteyl hediyeydi. Sadece bunun için bile gidilebilir.

Red Light District
Amsterdam denince bir çok insanın aklına gelen ilk yer belki de Red Light'dır. Amsterdam'da yaşayan hayat kadınlarının kırmızı ışıklı odalar içerisinde kendilerini pazarlamaya çalıştıkları bir sokak diyebilirim. Oldukça kalabalık ve bilimum yetişkin aktivitelerinin bulunduğu bir mekan. İçeriğine aldanıp korkmamak lazım, aslında oldukça turistik bir bölge. Her köşe başı güvenlikler bulunmakta ve hemen hemen hiç olay gerçekleşmiyor burada. Gönül rahatlığıyla gezebilirsiniz.


Müzeler Bölgesi
Rijksmuseum, Van Gogh ve Stedelijk müzelerinin bulunduğu bölge. Müzeler birbirine çok yakın. Ortam çok canlı. Güzel parkların olduğu geniş bir alan aslında. Müzeler ile birlikte bu bölgeye 1-2 gün ayrılabilir. Dam Meydanı'ndan geçen 2 ve 5 numaralı tramvaylar ile Rijksmuseum durağında inip ulaşabileceğiniz gibi en fazla yarım saat yürüyerek de merkezden ulaşabilirsiniz. Tramvay yolunu takip etmek yeterli. Şehrin canlı bölgelerinden geçeceksiniz.


Dam Meydanı
Amsterdam'ın en canlı yeri diyebiliriz. Centraal'dan 10 dakika yürüme mesafesinde. Madame Tussauds, Kraliyet Sarayı, vs. gibi yerler burada. Hemen hemen herkesin ilk gezdiği yer burası olabilir. Çok kalabalık ve eğer bir organizasyona falan denk gelirseniz oldukça eğlenceli bir yer. Mesela bundan önceki gidişimde plaj futbolu turnuvasına denk gelmiştim. Kesin görülmeli burası.


Kanallar
Amsterdam'ın istemeseniz de yakından göreceğiniz en güzel yanı şüphesiz ki kanalları. Amsterdam, yarım simit şeklinde iç içe geçmiş kanallardan oluşan bir şehir. Bu kanallar çok dar değil, içlerinden geçen taşıtlar var. Hatta Amsterdam'a kadar gitmişseniz bir kanal turu yapmadan dönmemelisiniz. I Amsterdam kart ile bir tane bedava hakkınız oluyor. Kanallar içerisinde yüzen evler bile mevcut. Buralarda daimi ikamet eden insanlar var. Tur esnasında onların yanından geçiyorsunuz. Adam gayet salonunda televizyon izliyor falan. Ayrıca kanalları gezerken mimari olarak harika bir görünüme sahip evleri de yakından inceleyebilirsiniz. Belli kanalların olduğu bölgelerde farklı tarzda evlere rastlamak mümkün. Mimarileri yakın fakat birbirlerinden farklılar. Hepsi çok eski. Evlerin girişleri çok küçük olduğu için insanlar taşınırken eşyalarını evlerin pencelerinden sokuyorlar. Bunu yapmaları için de her evin ön kısmında, çatıda bulunan büyük kancalar var.


Çiçekçiler Pasajı
Dam Meydanı'ndan müzeler bölgesine giderken tam ortalarda bir yerde kanal kenarında bir yer burası. Yan yana bir çok çiçekçi dükkanı var. Bol miktarda hediyelik eşya ve tabiki her çeşit çiçek bulmanız mümkün. E Hollanda diyince konsept tabiki lale oluyor. Her yer lale soğanı kaynıyor. Uzun süreli yolculuğa dayanamayacağı için biz alamadık ama bahçesi olanlar alabilirler. Çeşitçeşit bitkiler, onların tohumları ve filizleri mevcut. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer burası da. Zaten çok zaman alan bir yer de değil.

Müzeler
Amsterdam'ın çılgın yanının dışında, gezilmesi gereken çok önemli müzeleri de var. Hepsini gezemedik fakat gezdiklerimizden kısaca bahsedersek;

Rijksmuseum
Açık ara Amsterdam'ın en önemli kültürel gezi noktası. Müzeler bölgesinde bulunuyor ve lokasyon olarak diğer müzelere çok yakın. Meşhur, önünde resim çektirmeyenin dövüldüğü "I Amsterdam" yazısı da, müzenin hemen önünde. Sanat ve tarih müzesi olarak geçen müzenin assolisti ise şüphesiz Rembrandt. Kendisinin bir çok eseri burada görülebilir. En önemli eseri olan "The Nightwatch" da buradadır efendim. Kaçırmayın ve gidin görün. Gerçekten eser muazzam. Detaylı olarak okursunuz tabi ama sanki bir sahne içinde, belli bölümleri ışıklarla aydınlatılmış gibi fakat aslında öyle bir şey yok. Tablonun kontrast ayarlama olayı inanılmaz. Şimdiye kadar gördüğüm en muntazam tablolardan birisiydi. Onun dışında içeride Vermeer'in Süt Boşaltan Kadın tablosu gibi başka önemli eserler de var. Giriş, I Amsterdam kart ile indirimli. Girişte sıra oluyor falan diyorlardı ama biz açılış saatinde gittiğimiz için çok rahat gezdik ve müzeye oldukça rahat bir şekilde girdik.


Van Gogh Museum
Gidilmeden olmaz denilen 2 müzeden diğeri ise Van Gogh müzesi. Rijksmuseum'un hemen yanında olan bu müzeye ise giriş I Amsterdam kart ile ücretsiz olduğu için girişinde sabah bile olsa inanılmaz kuyruk oluyor. Biz ilk gün giremedik, ertesi gün tekrar geldik o derece. Online bilet alınması mantıklı olabilir. Müzede, Van Gogh'un çok sayıda eseri, kendi akımından giden başka ressamların eserleri, Van Gogh'un hayatının anlatıldığı bölümler, eserlerinin detaylı incelendiği bilgilendirici etkinlik ve videolar var. Van Gogh'un meşhur "Bedroom in Arles" tablolarının ilk versiyonu burada bulunuyor. Kendisine ait portreler de bol miktarda mevcut içeride. Eserleri yakından incelemek gerçekten çok keyifli. Sadece kısa fırça darbeleriyle ortaya koyduğu eserler insanı şaşırtıyor. Şahsım adına eserlerini görmek istediğim önemli kişilerden birisiydi ve müze beni oldukça tatmin etti.


Stedelijk Museum
Hayatımda daha önce hiç modern sanat müzesine gitmemiştim. Amsterdam'da bu eksikliği gidereyim dedim ve yıllardır ne kadar doğru bir iş yaptığımı görmüş oldum :D Gerçekten bu işten anlayan, modern sanata gönül vermiş insanları tehzih ederek, tamamen kendi adıma konuşursam, hayatımda böyle saçmalık görmedim :) Gerçekten bir çok eseri anlamaya çalıştık ilk başta fakat en sonunda gülmekten bizi dışarı atacaklar diye gezimizi kısa kestik. Yere çizilmiş bir karenin dört köşesine birer saniye aralıkla ve tik-tak sesleriyle ayak basan adamın bu videosunu 10 dakika boyunca düşünceli bir şekilde izleyen Hollandalı teyzeye selam gönderiyorum buradan :) I Amstedam kart ile ücretsiz, ilginizi geçerse gidebilirsiniz. Diğer müzelere çok yakın.


Anne Frank House
Bu müze ev, şehrin biraz batısında, Jordaan bölgesinde kalıyor. Yine Dam Meydanı'ndan 15 dakikada falan yürüyerek gidebilirsiniz. Müzeden bahsetmeden önce belirteyim, Amsterdam'da bir kuyrukta en uzun süre burada bekledik. Yaklaşık 2 saate yakın bir süre sonra içeri girebildik. Kesinlikle online bilet alın ya da açılmadan bir yarım saat önce falan orada bulunun derim. Müze ise, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi katliamından kaçmak için 2 yıl boyunca askerlerden saklanan Frank ailesinin saklandıkları ev. Ev gerçekten küçücük ve 2 yıl boyunca bir aile, hemen hemen hiç gün ışığı görmeden, ses bile çıkarmadan evin arka tarafında bulunan gizli bir bölmede yaşamışlar. Tüm o eski odalara falan girebiliyorsunuz. Ne yazık ki hikaye mutlu sonla bitmiyor ama ailenin kızı Anne'in daha sonra bulunan günlüğü, tüm yaşanılanları anlatıyor ve sonra da bu ev müze haline getiriliyor. Burayı pas geçmeyin derim. Burada herhangi bir indirim yok.

Ulaşım
Havalimanı - Merkez ulaşımı metro sayesinde çok rahat. Ücret de yanlış hatırlamıyorsam 4€ gibi bir şeydi. Şehir içi ulaşım ücretlerini bilemeyeceğim çünkü I Amsterdam kart ile biz ücretsiz gezdik. Eğer yürümeyi seven insanlarsanız şehrin önemli bir çok yerine yürüyerek de gidilebilir. Bunu yapmadığımız zamanlarda biz tramvayları tercih ettik. Otobüslerle uğraşmak istemedik. Tramvayların güzergahlarını falan turist bilgi merkezlerinden öğrenebilirsiniz.

Amsterdam Hakkında
Özetleyecek olursak, Amsterdam dolu dolu gezilebilecek bir Avrupa şehri. Sıkılmanızın imkanı yok. Avrupa'nın orta bölgelerini gezmeye giderseniz gezinizin %50-60'ını katedral ve bazilikalar oluşturacaktır. Bu şehirde o olay yok. Herkes çok rahat. Uyuşturucu serbest. Her köşe başı bir Coffee Shop bulmanız mümkün. Esrar kullanmasanız bile döndüğünüzde esrarın kokusunu artık biliyor olacaksınız çünkü şehir buram buram kokuyor:) Eğer kullanırım derseniz de en meşhur olanı Bulldog olanı. Bir tanesi çok merkezi bir yerde. Oturup normal birşeyler de içebiliyorsunuz. Bu tarz serbetliklere rağmen en ufak bir olay yok ama, herkes kendi halinde.

Amsterdam'da beni en çok sinirlendiren şey ise, bir çok insanın özenerek baktığı bisiklet olayı oldu. Bildiğiniz gibi Amstedam'da herkes her yere bisikletle gidiyor ve bu nedenle bisiklet sayısı oldukça fazla. Tam bir bisiklet şehri ona hiç lafım yok ama sadece bisiklet şehri. Yani bisiklet yolunda, motorlu taşıtların gittiği yolda, yaya kaldırımlarında, her yerde bisiklet kullanıyorlar. Dolayısıyla çok tedirgin yürüyorsunuz her yerde. Şehri resmen istila etmiş gibiler ve kural tanımıyorlar. Ayrıca bisiklet çalınma olayları da çok fazla. Bu nedenle bisiklet kiralama gibi bir fikrimiz vardı, bundan vazgeçtik.

Eğer en az 3-4 önemli müze gezecekseniz I Amsterdam kart edinmelisiniz. Fiyatlarına siteden bakabilirsiniz fakat kanal turu hediyesiyle ve ücretsiz ulaşım ile maliyetini karşılayabiliyor rahatlıkla.

Belki merak edenler olabilir oranın meşhur yemekleri falan yok mu diye? Bir çok yerel yemek araştırmıştım gitmeden önce fakat açık konuşmak gerekirse Amsterdam, yemekleri ile ünlü bir yer olmadığı için çok takılmadım. Ne bulursak yedik. Fakat özellikle büfelerde satılan külahta patates kızartmalarından alın. Cheddar soslu olanları tavsiyemdir. Restoran olarak Centraal Station'un hemen yanında, kanal dibinde Vapiano adlı İtalyan restoranı var. Fiyatlar uygun, yemekler güzel. Gidebilirsiniz. Diğer opsiyonlar ise Dam Meydanı'na giderken ara sokaklardaki restoranlar. Yine bol miktarda İtalyan ve Türk restoranı bulabilirisiniz. Biraz pahalı olabilir fakat lokasyonu çok güzel olan Hard Rock Cafe'yi de deneyebiliriniz. Bir de tabi ki Gouda ve Edam peyniri almadan dönmeyin. Avrupa'dan alacağınız, Türkiye'ye göre baya ucuz ve buradakilerden daha lezzetli olan yegane şey belki de.



( Hollanda, Amsterdam, Red Light, Van Gogh, Rembrandt, Gece Devriyesi, Rijksmuseum, Kanallar, Schiphol, Centraal, Dam Meydanı, Anne Frank )

5 Ağustos 2014 Salı

Budapeşte




Ülkemizden Avrupa’ya çıkış noktasında kısmen ucuz olan ve en bilinen turlardandır Viyana-Budapeşte-Prag turları. İleride Bu yazıda bu turun önemli parçalarından olan Macaristan’ın Budapeşte kentinden bahsedeceğim.

Budapeşte, bilindik şehirlerden Viyana’ya oldukça yakın olan, ortasından Tuna nehrinin geçtiği, gerçekten harika bir şehir. Şehrin ismi, şehrin iki yakasını oluşturan Budin ve Peşte bölgelerinden geliyor. Peşte, şehrin daha çok yapılaşma barındıran kısmıyken Budin ise daha ormanlık ve yeşil olan kısmı oluyor. Şehri ikiye bölen Tuna nehrinin üzerinde bir çok köprü bulunuyor. Bunların en meşhur olan ve kesin görülmesi gereken 3 tanesi ise Elisabeth Köprüsü, Zincirli Köprü ve Özgürlük Köprüleridir. Para birimi olarak Macaristan Forinti (HUF) kullanılıyor. Şehirle ilgili ufak bilgilerden sonra biraz daha turist moda geçelim:

Budapeşte, daha önce yurt dışına çıkmamış kişiler için önerebileceğim şehirlerin başında geliyor. Şehir çok güzel, yapılabilecek çok şey var, ucuz, şehre gelmesi ucuz ve yakın. Daha ne olsun. Skyscanner gibi gibi sitelerden bakarsanız Avrupa’ya İstanbul’dan çıkarken en ucuz uçulabilecek lokasyon olarak Budapeşte’yi göreceksiniz (WizzAir tabi ki). Bir ara baktığımda gidiş gekiş 130TL’ye bilet bulmak mümkündü. Ayrıca yazının başında bahsettiğim gibi Viyana’ya rahat gidiş mümkün buradan. Biz 30€’ya aldığımız tren biletleriyle 2:30-3:00 saat gibi bir sürede Viyana’ya geçmiştik. Otel fiyatları da genel olarak ucuz. Boutique Hotel Zara’da 2 gece 2 kişi toplam 130€ gibi bir fiyata kalmıştık ama otel hem yer hem de kalite olarak 5 yıldızdı diyebilirim ve tavsiye ederim.


Gezilecek Yerler

Vaci Utca
Budapeşte tam bir turist şehri. Öncelikle söyleyeyim, minimum 3 gün ayırırsanız çok keyifli ayrılırsınız buradan. Budapeşte’nin en meşhur caddelerinden birisi Vaci Utca’dır. Burası Tuna Nehri’nin 1-2 sokak parelelinde bulunan meşhur bir kapalı yol, İstiklal Caddei gibi diyebiliriz. Yol boyunca mağazalar, yeme içme mekanları falan var. Burada tourist trap cadde üstü restoranları da var ama korkmadan girebilirsiniz çünkü gerçekten ucuz. 

Vörösmarty Meydanı
Vaci Utca’nın sonunda bulunan ve herkesin oturup bir şeyler yiyip içtiği canlı bir meydan. Vaci Utca’da yürüyünce buraya geleceksiniz zaten.

Kahramanlar Meydanı (Hösök Tere)
Burası, Andrassy Bulvarı’nın sonunda bulunan ve eski Macar İmparator ve kahramanlarının anıtlarının bulunduğu genişçe bir meydan. Metro ya da otobüsle ulaşabilirsiniz. Kesinlikle uğranması gereken yerlerin başında geliyor. Budapeşte tarihiyle ilgili bilgi edinebilirsiniz burada ve heykeller oldukça etkileyici. Zaten bu meydanın hemen arka tarafında mükemmel bir doğa ve manzaraya sahip bir kaç kale göreceksiniz. Buraları da kesinlikle gezin derim.

Kahramanlar Meydanı
Balıkçı Tarabyası

Balıkçı Tabyası (Firshermans Bastion)
Şehrin Buda kısmında bulunan bu bölge, şehri ayaklarınızın altına seren büyük bir kaleden oluşmaktadır. Yine bu bölgede gezilebilecek yer altı labirentleri de vardır. Burası Disneyland çağrışımı yapıyor insana biraz. Çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Şehrin tamamına hakim bir bölge. Gidenler için Paris’deki Sacre Coeur’u andırıyor. Burası kesin uğranması gereken yerlerden. Şehir turu yapan otobüslerin de direkt önünde durağı bulunuyor, ulaşımı çok kolay.

Margaret Adası
Budapeşte’yi Budapeşte yapan yerlerden birisi de Margaret Adası’dır. Tuna Nehri’nin genişlediği bir yerde bulunan adaya tek bir köprü ile geçiş olduğu gibi feribotlarla da hızlıca geçmeniz mümkün. Ada, çok büyük değil, etrafı koşulabilecek bir büyüklüğe sahip ve üstünde kocaman bir park bulunuyor. Yemyeşil, insanların gezdiği, piknik ve spor yaptığı, bisiklete bindiği harika bir yer. Meşhur Sziget Festivali de bu adada yapılıyor. Olmazsa olmaz bir yer, kesinlikle gidilmeli.

Dohany Sinegogu
Burası, dünyanın en büyük 2. sinegogu olarak geçiyor. Bu beklentiyle gidince bana biraz küçük gibi geldi ama içi oldukça görkemli. Gitmişken görülmesi gereken bir yer. Giriş ücretliydi. Metro 2. hat Astoria Durağı’nda inip hemen yürüyerek ulaşabilirsiniz. İçindeki ufak müze gibi yerde soykırımla ilgili çok sayıda belge ve görsel de var.

Margaret Adası

Dohany Sinegogu

Zincirli (Szechenyi) Köprü
Budapeşte’nin, Elisabeth Köprüsü ile birlikte en meşhur olan köprüsü diyebiliriz. Köprü’nün bir ucu Kraliyet Sarayı, diğer ucu da Buda Kalesi’ne çıkıyor. Şehirdeki açık ara en güzel köprü budur diyebilirim. Köprüden karşıya geçerken çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz.

Büyük Kapalı Pazar (Nagv Vasarcsarnok)
Burası, iki katlı, Vaci Utca’nın hemen başında bulunan meşhur bir pazar. Taze sebze meyveden, kıyafete kadar herşey var. Budapeşte’nin meşhur pul biberini ya da istediğiniz bir kaç hediyelik eşya ya da yiyeceği buradan alabilirsiniz.

Shoes on the Danube
Tuna nehri kenarında bulunan bu anıt, 2. Dünya Savaşı sırasında soykırıma uğrayan Yahudiler anısında yapılmıştır. Zaten gezi güzergahınızda bulunacak fakat oldukça etkileyici bir anıt bence. Etkileyici fotoğraflar da çekebilirsiniz. Ziyaret edilmesi gereken bir yer burası da.  

Shoes on the Danube


Matthias Kilisesi, Szent Istvan Kilisesi
Eğer vaktiniz kalırsa bu iki kilise de şehrin meşhur lokasyonlarından. Aziz Istvan ilk Macar Kralı’dır ve adının verildiği bu kilisede kendisinin eli sergilenmektedir. Matthias Kilisesi’nin en önemli özelliği ise zamanında Kanuni Sultan Süleyman burada namaz kılmış gibi bir rivayet var.


Mekanlar ve Yeme İçme

Sir Lancelot Knights' Restaurant
Bakın ilk sıraya yazıyorum, BURAYA UĞRAMADAN GELMEYİN! Şehirdeki hiç bir yeri gezmeyin ama burada yemek yiyin :) Burası, orta çağ temalı harika bir restoran. 1-2 gün önceden rezervasyon yapılması lazım çünkü çok kalabalık olabiliyor. Mahzen gibi bir yerde, tamamen orta çağ temalı bir atmosferde yemek yiyorsunuz. Masalar uzunlamasına ve yan yana, duvarlarda kılış ve kalkanlar var. Yemek esnasında dans şovları, kılıç şovları yapılıyor, çeşitli tiyatrolar falan oynanıyor. Belki bu dediklerim hafta sonu oluyor olabilir dikkat etmek lazım. Menüler normal restoranlara göre biraz daha pahalı olabilir ama size çatal ve bıçak getirmiyorlar. Orta çağdaki insanlar gibi elle yiyorsunuz :)


Hungarikum Bisztro
Bir akşam yemeğini de burada yiyebilirsiniz. Tripadvisor’da yukarılarda bir restorandı yanlış hatırlamıyorsam. En aklımda kalan ise meyve çorbası olmuştu burada. Soğuk ve meyvelerden yapılmış çorbayı denemelisiniz. Onun dışında yemek ve içecek fiyatları gayet uygun ve menüsü yenebilecek yemeklerle dolu.   

Gece gidilecek mekan olarak ise Szimpla Kert ve Trapez Pub’ı önerebilirim. Bunların dışında gidilebilecek bir çok mekan var. Mesela içeride çok fazla duramazsınız ama güzel bir anı olsun derseniz Ice Bar (Buz Bar) var. Giriş biraz pahalı fakat eğer içeride durabilirseniz 2 adet içki ücretsiz. Size girişte mont falan veriyorlar. İçeride her yer buz şeklinde, çok değişik. Gece gezmesi konusunda sıkıntı yaşamazsınız burada. Ayrıca sabaha kadar otobüs de mevcut.

Budapeşte’ye kadar gelmişken meşhur Gulaş’ı yemeden dönmeyin. Gulaş bizde aslında et yemeği gibi geliyor insanlara ama tam olarak öyle değil. Gulaş, etli bir çorba aslında. Budapeşte’de her yerde bulabilirsiniz ve fiyatı da uygun. Budapeşte’nin biberi meşhurdur bu arada. Her yerde biber magneti falan bulabilirsiniz. Kendinize eve götürmelik pulbiber alabilirsiniz. Dobos Torta adında meşhur bir çikolatalı tatlıları var bu denenebilir. Palinka diye meşhur bir likörleri var. Deneyebilirsiniz ama oldukça sert onu da belirteyim.




Önemli Notlar

Buraya gelen turistlerin çok işine yarayacak bir kaç bilgi vereyim yazının sonunda. Bir çok turistik şehirde bulunan tur otobüsleri (hop on hop off) burada da var. Bazı şehirlerde bu otobüsler çok gereksiz olabiliyorken Budapeşte için olmazsa olmaz diyebilirim. İki tane hat var ve otobüsler gün boyunca buraları dolanıyor. İstediğiniz durakta inip istediğiniz durakta binebiliyorsunuz otobüslere. 2 günlük paketin içinde sınırsız otobüs hakkı, 2 adet gulaş, 1 adet içecek, 2 adet Margarit Adası feribot bileti, ücretsiz Margarit Adası bisiklet kiralama ve bazı mekanlarda indirimler gibi imkanlar mevcut. Şehrin gezilmesi gereken her yerinden geçiyor bu otobüsler ve iki günlük fiyatı 6000HUF civarıydı (Yani 75TL gibi bir rakam). Şehre vardığınız gibi bundan bir tane almalısınız.

Bir diğer önemli bilgi ise hesap öderken teşekkür ederseniz bunu “üstü kalsın” olarak algılıyorlar haberiniz olsun. Sonra para üstü bekler durursunuz :)

Otobüs kullanacaksanız binmeden önce biletinizi onaylatmanız gerekiyor. Bunu yapmazsanız ciddi cezası var.

Şehrin metrosunu kesinlikle kullanın. Budapeşte metrosu, dünyanın en eski ikinci metrosudur.

Şehrin tadını çıkarın. Buradaki bilgileri de kullanın ama tabiki de şehri kendiniz keşfedin. Budapeşte çok güzel bir şehir ve gittiğinize pişman olmayacaksınız.

( Budapeşte, Macaristan, Margarit Adası, Gulaş )

8 Temmuz 2014 Salı

Saraybosna - Mostar



Geçtiğimiz haftasonu bir haftasonu kaçamağı yapıp Bosna Hersek'e gittik. Açıkçası Türkiye'ye hem coğrafi hem de kültürel olarak çok yakın olması, vize istememesi gibi sebepler Bosna Hersek'i oldukça gidilebilir bir destinasyon kılıyor. Ankara'dan İstanbul aktarmalı olarak Saray Bosna'ya gittik. THY'nin Sabiha Gökçen'den kalkan uçuşu ile yolculuğumuz yaklaşık 1,5 saat sürdü.

Havaalanı oldukça küçük ve şehrin geri kalanında da birazda değineceğim gibi eski görünümlü. Butmir Havaalanı, şehire yaklaşık 12-13 km mesafede. Ulaşım için ise havaalanından taksi dışında bir imkan yok. Taksiler 20€ civarı bir fiyata merkeze, Başçarşı'ya götürüyorlar. Ucuz yollu bir haftasonu kaçamağı yapmak istememizden ve biraz da şehri yaşama hevesimizden ötürü kendimize ikinci bir opsiyon yarattık. Havaalanından 10 dakika yürüme mesafesinde 103 ve E31 numaralı hatların geçtiği otobüs durakları var (Mercator'un yanında). Bu otobüsler şehir merkezine gidiyorlar. Ücreti direkt şoföre verirseniz 1,8 KM (Konvertible Marka-Bam), büfelerden bilet alırsanız 1,6. Bu arada gittiğimiz zaman dövizler oranları şu şekildeydi: 1KM -> 0,5€ -> 1,5 TL. Yani oldukça ucuz bir tercih oldu. Çok sıcak bir otobüste tıka basa gittik belki ama o 90'lardan kalma havayı tam anlamıyla soluduk diyebilirim. Daha rahat okunabilmesi adına madde madde devam edeceğim. Önce Saraybosna:


Konaklama
Başçarşı'nın 100 metre ilerisinde, oldukça merkezi bir lokasyonda bulunan Motel Mejdan'da kaldık. Oldukça memnun kaldık. Çok uygun bir fiyata, 24 saat sıcak su, televizyon, kahvaltı, tertemiz nevresimler, ilgili bir resepsiyon ve ücretsiz Wi-Fi sahibi olduk. Gitmeyi düşünen ve çok fazla kalite düşkünü olmayanlar için 10 üzerinden 10 diyebilirim. Zaten Saraybosna'da öyle aman aman lüks otel falan da yok haberiniz olsun :)

Ulaşım
Havaalanından merkeze varış sürecinden bahsettim. 103 numaralı hat sizi su kanalının biraz ilerisinde indiriyor. Merkeze biraz yürümeniz gerekebilir ama keyifli oluyor. E31 ise direkt Başçarşı durağında indiriyor sizi, bu da ikinci alternatif. Şehir içi ulaşımda troleybüs, tramvay ve otobüs kullanılıyor. Ücretler, taşıt içerisinde ödenirse 1,8 KM, biletler büfelerden alınırsa 1,6 KM. Mesafeler ise, şehir merkezi-havaalanı 12 km, şehir merkezi merkez gar ve otogar arası 3-4 km şeklinde. Yani oldukça küçük bir şehirden bahsediyoruz. Burada, Saraybosna'ya gelip Mostar'a gitmek isteyenler için de bir kaç opsiyondan bahsedeyim. Tren kullanmak isterseniz seferler Saraybosna-Mostar 07:00, Mostar-Saraybosna 19:00 şeklinde. Fiyatlarını bilmiyorum fakat otobüsten daha ucuz. Biz otobüs kullanarak gittik Mostar'a. Gidiş dönüş bilet almak istediğinizde, her saatteki otobüse binemiyorsunuz, böyle enteresan bir durum var. Farklı saatlerde gidebilirisiniz. Sabah 09:00 ve 11:30'da otobüs var. Yolculuk otobüsle 2 buçuk saat sürüyor ve yollar biraz virajlı. Fakat böylesine yeşil bir doğa görmemiş olabilirisiniz daha önce, manzaralar inanılmaz. Bir daha imkanım olsa sırf bu sebepten trenle giderdim. Dönüş otobüsü saati ise en geç saat 18:30'da. Gidiş geliş 29,5 KM verdik kişi başı.

Yeme-İçme
Her şehrin, ülkenin olduğu gibi Saraybosna'da da meşhur bir yemek var, Ćevapčići ya da Cevapi. Pide arasında verilen bir köfte ve yanında soğan şeklinde geliyor yemek. Damak tadımıza oldukça uygun ve bizden bir yemek. Yemeden dönmeyin. Söylememe bile gerek yok sanırım, Boşnak Böreği de kesinlikle yenilmesi gerekenler arasında. Diğer yemekler de yine bizden gitme yemekler. Her yerde dönerci bulmanız mümkün. Dönerleri fena değil. Dönercilerin önündeki banklara oturup, sokağa dönüp dönerinizi yemek oldukça keyifli. Bir de Türk kahvesi olayı var. Aslında Boşnak kahvesi diyolar fakat bildiğin Türk kafvesi işte :) Burada çok meşhur ve herkes içiyor. Sadece sunuşu biraz farklı. Cezveniz tepsi üzerinde geliyor, şekerini içine atıp karıştırıp siz koyuyorsunuz fincanınıza. Kahve dışında ekstra değişik bir içecek yok. Yiyecek olarak değişik başka birşey ise kurutlmuş et. Kuru et, pastırma olarak geçiyor. Katedralin hemen yanında bulunan kapalı bir et ve süt pazarı var Gratzka Trznika adında. Buradan et alabilir ve bozulmaması için vakumlatabilirsiniz. Edam peyniri seviyorsanız burada çok ucuz. Türkiye'de kilosu 70 TL civarıyken burada 20 TL civarı. Ben yarım kilosunu bozulmadan getirebilirdim. Katedralin orada bulunan pizzacıda çok ucuza güzel pizza yiyebilirsiniz. Sahibiyle Türkçe muhabbet edebilirsiniz. Yiyecek olarak son tavsiyem ise kesinlikle taze frambuaz yiyin efendim :)

 


Başçarşı
Saraybosna'nın merkezi burası. Orijinal İsmi, garip harflerle yazılıyor fakat özünde Başçarşı işte :) Tüm atraksiyon burada. Kalabalık turist grupları burada toplanıyor. Burayı, meşhur çeşmesinden tanıyabilirsiniz. Herkesin uğrak noktası Bakırcılar çarşısı, hediyelik eşya satan yerler, yemek yenebilecek restoranlar, cafeler, barlar, hepsi burada. Müslümanlar, Hıristiyanlar, Boşnaklar, Sırplar hepsi bir arada yaşıyorlar ve her türden insan görmek mümkün burada. Merkezdeki meşhur caminin avlusunda Kur'an okunuyor. Turistler buraya büyük ilgi gösteriyorlar. 200 metre ileride şehrin en büyük katedrali bulunuyor. Özellikle Türklere hitap eden kahve içilebilecek yerlerin sayısı oldukça fazla. Başçarşı'dan şehir merkezine doğru yürüdüğünüzde ise sağlı sollu mağazaların olduğu sokaklar var. Ayrıca Başçarşı'nın hemen yakınındaki kanalın üzerinde Latin Köprüsü bulunuyor. Görmeden gelmeyin. Miamari olarak pek bir şeyi yok fakat 1. Dünya Savaşı'nı başlatan meşhur Ferdinand suikasti bu köprü üzerinde gerçekleştirilmiş.


Vječna Vatra - Sonsuz Ateş
Sonsuz Ateş, II. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybedenler anısına 1946'da yakılmış ve hiç söndürülmemiş bir ateş. Sanıyorum bir kere sabote edilmiş, sonrasında hemen geri yakılmış. Buraya, Başçarşı'dan yürüyerek ulaşabilirsiniz.


Pazar Yeri
Her gün kurulan bu pazarda gezebilir, taze meyve sebze alabilirsiniz. Özellikle bizim buralarda pek satılmayan formatta taze frambuaz almanızı tavsiye ederim :) Bu pazarın hemen arka tarafında, şehrin muhtelif bir çok yerinde olduğu gibi insan isimleri görülmekte. Bu isimler, kuşatma esnasında bu noktada sırplar tarafından öldürülen insanların isimleri. Kuşatma kısmını en sonra saklıyorum, yeniden değineceğim.


Kuşatma
Bir çok kişinin bildiği üzere 90'lı yılların başında Saraybosna büyük bir sırp kuşatması altında kaldı. Çok yakın tarihte gerçekleşen bu olay şehrin her yerinde buram buram kokuyor. Boşnaklar, bu katliamın unutulmaması için özellikle bir çok noktada binaları o zamandaki gibi bırakıp, üzerlerindeki mermi izlerini tamir etmemişler. Şehrin bir çok yerinde, yerlerde kırmızı boyalar görebilirsiniz. Bunlar, o noktalara düşen bombaların açtığı deliklerin kanla dolduğunu simgeleyen birer yapıt. Olayın tarihine biraz hakim olduğunuzda böyle bir zulmün nasıl yapılacağını aklını almıyor inanın. Saraybosna hala ufak bir kasaba görünümünde. Bunun başlıca sebebi de savaş ve kuşatma. Parklar, şehrin muhtelif yerleri mezarlık dolu. Sırplar, psikolojik olarak savaşı kazanmak adına her türlü acımasızlığı yapmışlar. İnsanlara yapılan zulmün yanında kütüphane yakma gibi, tarih yok edici eylemleri de var. Her yerde ölen insanların, çocukların isimleri var. Saraybosna seyahati zaten turistik bir geziden ziyade canlı bir belgesel gibi geliyor insana. Bu belgeseli daha derinden yaşamak istiyorsanız Savaş müzesine kesinlikle uğramanız lazım. Otogar ve merkez garın çok yakınında bulunan bu müzeye 1,5 saat ayırıp o bölgedeyken burayı gezebilirsiniz ve gezmelisiniz. Müzede size eşlik eden herhangi bir rehber vs. yok. Savaşın tüm çıplaklığı gözler önüne serilmiş. Dokümanlar, videolar, savaştan kalma eşyalar, hepsi orada. Zaten müze girişinde de yorumun tamamen ziyaretçilere bırakıldığına dair ibareler var. Bir çok insanın yüreğinin kaldıramayacağı görüntüler var peşinen söyleyeyim.



Müze sonrası ikinci olarak gezilmesi gereken yer ise "Umut Tüneli". Bu tünel, kuşatma altındaki Boşnak'ların, Sırp keskin nişancılarına hedef olmadan şehre erzak ve mühimmat getirilebilmesi için 4 ayda yapılmış 800 metre uzunluğunda bir tünel. Tünel 1,5 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğinde. Yüzbinlerce insanın bu tünel sayesinde hayatta kaldığı belirtiliyor. Tünel, Butmir Havaalanı'nın tam altından geçiyor. Artık müzeye çevrilmiş ve güvenlik sebebiyle 780 metrelik kısmı çökertilmiş. Yanlışlıkla tünelin çökük kısmının girişine vardığımızda orada bekleyen çakal fakat şirin Boşnak amcanın arabasına atladık ve müzenin asıl girişine gittik. Anladığım kadarıyla adamın geçim kaynağı bu. Korkmadan arabasına binebilirsiniz keza taksi olmadan tünelin girişine ulaşmak çok zor. Bir diğer enteresan olay ise tünele giderken kısa bir süreliğine Sırbistan topraklarına giriyorsunuz. Google Maps'den araştırabilirsiniz. Tünel Müzesi'nde kuşatmayı ve tünelin tarihini anlatan kısa bir video var. Sıkılmadan izleyin. Bize bir de savaşı anlatan Boşnak bir rehber denk geldi orada ki, dinle dinle doyamadık. Dinledikçe üzüldük. Bu olayları yaşayandan dinlemek bir ayrı oluyormuş.


Mostar
Saraybosna'ya kadar gitmişken Mostar'a uğramamak olmaz tabi. Mostar'a 2 buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu sonrası vardık. Otogardan yürüyerek 10 dakikada meşhur köprüye ulaşabiliyorsunuz. Açıkçası köprü dışında çok da bir olayı yok ama köprü muhteşem. Köprünün şevresi de çok canlı. Köprünün altına inip ayağınızı buz gibi sulara sokabilir, köprü kenarındaki kafelerde çayınızı, kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Eskiden bir güç gösterisi olan köprüden atlama merasimi artık yerini turist eğlencesine bırakmış. Köprü üzerinde turistlerden para toplayıp köprüden atlayan tipler var. Biz oradayken bir kaç kere yetlendiler fakat şov yapıp atlamadılar. Biz de sıkıldık ve döndük. Burada daha fazla vakit geçirmek isteyenler için köprü müzesi ve bir kaç cami var. Benim için Mostar'ı özetlersek, enfes bir doğaya sahip gidiş yolu, köprü, köprü kenarından dinlenme ve hediyelik eşya diyebirilim.


Evet, umarım işinize yarayacak bilgiler de vermişimdir. Herkesin dediği gibi Bosna Hersek'de yoğun bir Türk ve Osmanlı esintisi var doğru fakat herkesin dediği gibi öyle millet Türkçe falat konuşmuyor peşinen söyleyeyim, ben çok nadir denk geldim. Herşeye rağmen tam bir haftasonu kaçamağı yapılacak yer efendim. Gidin, görün, savaşın izlerine tanıklık edin, kendinizi kötü ve sonrasında şanslı hissedin, Boşnakları takdir edin. Savaş gibi saçma sapan şeyler isterken bir daha düşünün...

( Bosna Hersek, Saraybosna, Mostar, kuşatma, savaş, cevapçi, Boşnak Böreği, tatil)

1 Haziran 2014 Pazar

26 Mayıs 2014 Justin Timberlake İstanbul Konseri


Bir çok kişinin bildiği gibi Justin Timberlake 26 Mayıs 2014 tarihinde dibimize kadar, İstanbul'a geldi. Bu konsere gitmemek tabi ki olmazdı. Lise zamanlarımın favorisi ve pop anlamında hala günümüzün en iyi sesine ve şovuna sahip Justin'i de gördük valla :)

Önce konser alanından bahsedeyim. İTÜ Stadyumu’na, hatta İTÜ’ye ilk defa gittim. Sıkı bir ODTÜ fanı olarak üniversite beni kendine hayran bıraktı diyebilirim. Yeniden okumak istedim :) Bileti en yakın tribünden aldım daha rahat izleyebilmek adına, iyi ki de öyle yapmışım. Sahadaki coşkuyu yaşadık diyebilirim. Üzerine ekstra olarak slow şarkılarda yerimize oturup dinlenme keyfi vardı. Kapılar 18:00’de açıldı ve biz hemen hemen 19:30 gibi üniversite civarlarındaydık. 10 dakikada içeri girdik, yerimiz belliydi oturduk. Konserin tamamını izledik, biraz yoğunluk içerisinde yaklaşık 20-30 dakika civarı bir sürede metroya ulaştık. Metroya binebildik, hatta oturarak gittik o derece. Konser bitişinden 1 saat sonra evdeydik. Sanırım biraz şans yanımızdaydı, keza bir çok kişi çıkıştaki sıkıntılardan ve metdonun bitmesinden şikayetçiydi. Bu kadar keyifli bir konser süreci geçirmedim diyebilirim. Her şey dört dörtlüktü. İzleyici kitlesi biraz problemliydi. Ergen sayısı, beklediğimin biraz üzerindeydi. Arada iğrenç çığlıklar falan oldu ama izlediğim yerde değil de saha içindeydi çoğunluğu çok şükür!


Ne yalan atayım, sahneyi ilk gördüğüm zaman biraz hayal kırıklığına uğradım. İşin içindeki JT olunca sanırım beklentiyi biraz yükselttim ama diğer konserlerinde kullandığı moving stage ve büyük ekranlar yoktu. Standart, siyah bezle kaplı ve çok büyük sayılmayacak bir stage ve iki yana konmuş ortalama büyüklüklerde ekranlar vardı. Tribünden izlediğim için biraz köşede kaldık, ama kaçırdığımız aşırı fazla birşey de olmadı. Ona rağmen sahnenin biraz daha geride ve daha geniş olarak kurulması iyi olabilirdi. Fakat o ekranlar üzerinde yapılan efektler gerçekten şahaneydi. Özellikle Suit&Tie’daki siyah beyaz ve retro havayı veren efektler tadından yenmedi. Ses de tribünlere oldukça temiz geldi. Özellikle Mirrors kapanışı, ses olarak yıktı geçti ortalığı.



Adam Justin arkadaş! 2 saat civarı sürdü konser ve adamın tek dinlendiği zaman slow şarkılarını söylerken oldu ve o zaman bile ya gitar çalıyordu ya DJ’lik yapıyordu ya da piyano çalıyordu. Ciddi büyük bir performans gösterdi. İnanılmaz bir tempoda sürekli şarkı söyledi, herkesi çoşturdu. Dansları vs. tam beklediğim gibiydi. Yıllar geçmesine rağmen hala çok formda. Hatta, yaptığı müziğin kalitesini de işin içine katarsak kariyerinin zirvesinde bir JT izledik diyebilirim. Konser, nedenini anlamadığım bir şekilde diğer konserlerinden yaklaşık 7-8 şarkı kısa sürdü fakat es geçtiği şarkılar özellikle yeni albümünden olduğu için çok da üzülmedim. Bu işlere konser esnasında karar verilir mi bilemem fakat seyircinin eşlik edemediği bir kaç ağır şarkı sonrası böyle bir karar da vermiş olabilir. Onun dışında samimiyeti orta seviyeydi. Seyirci ile etkileşim ise oldukça yüksekti. Bize de bol bol şarkı söyletti, eşlik ettirdi. Mikrofonla yaptığı şovlar, şapka hareketi, kıyafetler falan şahhaneydi. Özellikle arkasındaki ekiple olan etkileşimi, hem müzik hem de dans olarak üst düzeydi. Albüm konseri olmadı, hatta nostaljik oldu diyebilirim. Kendinisi sevmeye başladığımız şarkıları söyledi. Until The End Of Time’ı, tahmin ettiğim gibi Soma’daki madencilere adadı, iyi de yaptı. Şarkı esnasında tüm seyircilerin telefonların flashlarını yakıp eşlik etmesi ise harika bir görüntü oluşturdu. Ama özellikle beklediğim ve inanılmaz şovlarda söylediği Like I Love You ve Senorita harikaydı. Tartışmasız en sevdiğim şarkıdır Like I Love You. Klibinin bir benzerini orada da çekti diyebilirim. Sabah kadar söylese dinlerdim valla. Cry Me A River ile ortalığı salladı ve akustik What Goes Around kulakların pasını aldı. Adamı otur sabaha kadar dinle:) Suit&Tie ve Mirrors kapanışı, koreografi ve müzik olarak enfesti. Human Nature cover’ı da cuk oturmuş. Sıkı bir Michael Jackson fanatiği olarak Justin için King of Pop Jr. diyebilirim. Hatta belki ilerde tacı bile devralabilir. Bu nedenle ondan MJ şarkısı dinlemek de ayrı bir keyif oldu. Heartbreak Hotel cover’ı da 10 numaraydı. Sanırım konserle ilgili tek pişmanlığım paraya kıyıp Diamond Circle almamak oldu. Yerim çok rahattı fakat yapabileceğim herşeyi yapıp dibinden izleyebilirdim bu adamı, ona yanarım.


Özetle, Justin İstanbul’u salladı diyebiliriz. Kendi adıma bu kategoride izleyebileceğim top noktaydı kendisi ve kaçırsam çok üzülürdüm. Bir daha gelir mi, izleyebilir miyim bilemem fakat bu adam yüzünden artık bir çok kişiyi eskisi gibi keyifle dinleyip izleyemeyeceğim sanırım. Çıtayı inanılmaz yükseltmiş. The Tennesee Kids’le birlikte müziği ciddi bir seviye atlamış. Ergen müziği olayını zirvesinde bitirip tam olgun dönemine, R&B’yi ve biraz da Rock müziği katarak girmiş. İyi de yapmış. Türkiye de ya da başka bir yerde imkan olursa izlenmeden ölünmemesi gerek :)


( justin timberlake, istanbul, world tour, konser, itü stadyumu, 26 mayıs 2014, suit&tie, like i love you, mirrors )

11 Mart 2014 Salı

ResourceBundle Usage In Maven

Recently, I've been working on converting standard web application projects to Maven web application projects in Netbeans. During this process, I've faced a problem. In standard java or java web projects, you can reach a properties file in every location inside the project. I mean if you put your properties file (eg. messages.properties) in a package like com.test.myproject.resources, you can reach that properties file with ResourceBundle like:

ResourceBundle rb = ResourceBundle.getBundle("com.test.myproject.resources.messages");

When you convert your projects to maven projects, you cannot access resources like this. Maven has a unique directory hierarchy to follow. When you create a Maven project, you will see a directory hierarchy like:

PROJECT_NAME > src > main > java - resources - webapp - ...

You can find the whole hierarchy in https://maven.apache.org/guides/introduction/introduction-to-the-standard-directory-layout.html

In this hierarchy, Maven forces you to put the related files to related folders. You should put web files to webapp folder, java files to java folder and resources to resource folder. If resource folder is not created automatically,  you can generate one. After that, messages.properties file should be put into resources folder. Then, you can reach your properties file by using ResourceBundle like:

ResourceBundle rb = ResourceBundle.getBundle("messages");

Maven sees resources folder as a root folder for resources so you do not need to specify and package name. You can successfully use your properties file in Maven.

( resourcebundle, maven, directory hierarchy, properties )